20200222

Düşünce Düşlenir'den


Muhafazakarlık doğru ve gerçek olanı korumanın adı değil, bilakis genel ve yaygın olanı korumanın adıdır: bir tür garanticilik... riske girmeme... evet bir tür herkesleşme...

Cihanı baş aşağı seyrediş bir hoş temaşadır! 
-Namık Kemal

Ey Fuzuli daima devran muhaliftir sana
Galiba erbab-ı istidadı devran istemez.

"Sus ki sıra sana da gelsin!" diye yazmıştım. Susmayı söze yeğlememin nedeni, şöyle böyle sözü olanın değil, söz söylemeye ehil olanın sözü söylemesi gerektiğine inandığımdandı.

Susuvermek karşı tarafı da susturur. Susmayı sadece kendiniz için değil, karşı taraf için de mümkün kılmak istiyorsanız susuvermelisiniz.

Suali anlamayan cevabı da anlamaz.

"Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş." - Niyazi Mısri

Gerçek sorular cevaplarını davet etmezler; evlerini yabancılara açmazlar. Unutmayın gerçek soru cevabı dışarıdan davet etmez; bilakis onu içinden çıkarır.

Söz'ün (kelam) esas itibariyle üç unsurdan (lafız, mana, nazm) oluştuğu malumdu ve lafız sadece mananın taşıyıcısıydı; yani lafz olmaksızın mana bir yerde duramazdı; onu saklayan, onu muhafaza eden mahfaza sadece lafızdı.

Uyarılar kar etmediğinde, söylenenler bir işe yaramadığında, kişinin muhatabını kendince doğru yola getirmek için başvuracağı yöntem, sadece hakikatin kendisine işaret etmekten başkası olamaz.

"Biz de gençken bu tür şeylere inanırdık" yollu palavralarına kanmamalı; aksine onlardan halihazırda zevk aldıkları numaranın ne olduğu sorulmalı.

Size bir Latin atasözü: "Hiç kimse sonradan dalalete düşmez!"

Siyasi fikirler -tabiatı gereği- sabit değildir, değişir, bugün bunlar, yarın şunlar uygundur. Bugünün doğrusu, yarının yanlışı olabilir, olmaktadır da. Peki ya inanma kabiliyeti? El kaldırma, dur deme isteği? Düşünmek, anlamak ve açıklamak arzusu?

Yoldan çıkanların kısa bir süre sonra yol kesici olması ne de acı!

Hareketin en mükemmeli dairevi olanıdır. Çünkü başladığın yere dönmeni sağlayabilecek (yani amacı olan) yegane hareket tarzı dairevi olanıdır. Doğrusal harekette gideceğin, hatta duracağın yer bile belli değildir; gidersin ve dönemezsin. Oysa eve dönemedikten sonra yola çıkmanın ne anlamı var?

Mesele sahibi olmak, dava ve iddia sahibi olmakla eşdeğerdir. Mesele sözcüğü, Arapça istemek(seele) fiilinden türemiştir. Bu kök anlamının geride kalıp sözcüğün dinlenmek ve soru sormak manaları kazanmasının nedeni, ilkinde para, yiyecek vs., ikincisinde ise cevap istendiğinden dolayıdır. Nitekim sail soran/isteyen(=dilenci); mesul kendisinden sorulan/ istenen; sual ise soru/istek anlamına gelirken, mesele de kendisine sorulan/istenen şey(=cevap) demektir.

Üç kuşak vardır daima: Birinci Tanrı'yı bulur; ikinci Tanrı'nın üstüne daracık tapınaklar kurar ve onu zincire vurur; yoksul düşen üçüncüyse, kendi zavallı kulübeciklerini kurmak için taşlar taşır Tanrı'nın evinden. Derken Tanrı'yı yeniden araması gereken gelir.

Seslerin tenasübünde melodiyi, kelimelerin tenasübünde nazmı, eşya'nın tenasibinde nizamı, sayıların tensübünde ispatı, boyutların nisbetinde güzeli arayanların aradığı türden bir nisbetler yumağında arazları temaşa etmeyi marifet bilenlerin işi gerçekten de zor!

Dil düşünce için evvelemirde bir imkan, bir vasat ve en nihayet bir vasıta.

Düşünceyle, düşüncelerle belleğimizi doldurmak yerine, düşünmenin kendisi hakkında (bizatihi) düşüneceğimiz günler de gelecek mi? Düşünce suçu işleyenlerin düşündükleri(şeyler) adına mı, düşünme adına mı suç işledikleri hususunda karar veremezken zihnim, cogito ergo sum gibi vecizelerin sırr u esrarına vüsulün yollarını daha ne kadar arayacağım ve çarmıhta gerili halde iken ruhumun semavata ref’ini daha kaç asır bekleyeceğim?

Düşünce ile dil arasındaki mesafe sanıldığından uzundur; düşünmenin, duymanın, hissetmenin eserleri sözün kalıpları içine dökülmek istendiğinde dil onu bütün çıplaklığıyla dışarıya çıkarmaz; oradan buradan topladığı giysilerle üzerlerini örtmeye çalışır; kendi kurallarını kendi olmazlarını dayatmak ister.

Düşünme sükunete ve sessizliğe ihtiyaç duyar; zira bilmeli ki ancak sessiz kaldıkça, kalabildikçe kişi özünün kendisinden talep ettiklerini gerçekleştirebilir.
Sessiz bir ortamda olmakla sessiz kalmak arasındaki farkı görmeyi beceremiyorlar.
Düşünme özünü sözcüklerde ele vermez; dilin ülkesinde bütünüyle açılıp saçılmayı beceremez; bilakis bir kez dilin ülkesine ayak basmaya görsün, sözcüklerin arkasında saklanmaktan başka seçeneği kalmaz. Görünürken görünmez hale gelmeyi başarır. Kalabalıkların arasına karıştığında düşünce düşlenebilir sadece. Evet, kalabalıkların içine düşünce ‘düşünce’ düşlenebilir.

Doğru bir yorumlama, hiçbir zaman metni yazarının anladığından daha iyi anlamaz. Doğru bir yorumlama, bu metni elbette başka türlü anlar. Ancak bu başka yorumlanan metin üzerinde düşünmede ‘aynı’ ile buluşan bir ‘başka’ olmalıdır.

Buz tabakasının inceliği, inceliğinin fakına varıldıkça arttığı gibi; üzerinde dolaşanların ağırlıkları da onlar durdukları müddetçe artar. Farkına varılmadığı takdirde - ne mutlu kendilerine ki çoğu insan bunun farkında değil – üzerine basılan zemin mea’l-memnuniye o koca kalabalıkları sırtında taşır; hatta bunu bir görev addeder. Farkına varılırsa şayet , hemen büyü bozulur ve böylelikle tabakanın incelme süreci başlamış olur. Lakin oyun asla burada ve bu biçimde sona ermez. İkinci kural şudur: Siz inceliğinin farkına varmış olsanız bile, durmamak, soluklanmamak becerisini gösterebilirseniz şayet, üzerinde dolaştığınız zemin sizi kolay kolay sinesine almaz, alamaz; yorulmanızı, yani sizin kendiliğinizden durmanızı bekler. Bu takdirde ağırlığınız artacağından, o sizi içine çekmiş olmaz; bilakis siz kendinizi onun kucağına atmış olursunuz.

“Mutluluk nedir?” sualine verilen cevapların en ikna edici olanlarından biri, kişinin kendi kendisiyle uyum içinde olmasıymış. Çünkü kişi, çevresiyle uyum içinde olmasa dahi, sadece kendi kendisiyle uyum halinde olduğu takdirde mutlu olabilirmiş.
Neden korkayım benzemekle bir kahramana
Neden benzemekle bir şaire sözümün düşsün değeri
Aynada beliren yüz kendi yüzüm
Sesimin rengi hangi renge benzer ki
Korkayım ve saklayayım kılıncımı
Ben olmaktan başka deneyebileceğim bir şey yok
Kendi mezarımdan başka hangi mezar kabullenır ki beni

İnsanoğlunun yapıp etmeleri arasında kendisini en şaşırtan davranışların neler olduğu sorulduğunda Platon demiş ki: Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler ve fakat sonra çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, ama sağlıklarını geri almak için de para öderler. Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar, ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.

Yeryüzünde insanoğlunun sürekli ızdırab duygusu içinde yaşamasının bir tek nedeni var: mülkiyet.
Acılarımız da buradan kaynaklanıyor: 
1)sahip olamazsak
2)sahip olduklarımızı koruyamaz da kaybedersek.
Her iki halde de insanoğlu şeylerin kendisi için var olmasına sevinmekte, yokluğuna ve/veya yok olmasına yerinmektedir.

Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta “en çok şey”e sahip olmak değil, “en az şey”e ihtiyaç duymaktır.

Rivayete göre Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri Hz.Mevlana’ya bir elçi gönderip haline telmihen demiş ki:
Hakikati hala bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun? Yok eğer onu bulduysan niçin bağırıp çağırıyorsun?
Hz. Mevlana da elçiden Hacı Bektaş-ı Veli’ye şu cevabı götürmesini istemiş:
Hakikati hala bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun? Yok eğer onu bulduysan niçin bağırıp çağırmıyorsun?


Dücane Cündioğlu

20200217

Biliyorum Sana Giden..

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

Cemal Süreya