20240506

Kagıtlar’dan

Evrenin yetkin uru dünya.

Boşluktaki büyük küresel yaraya göre, kişinin iyileştirilemeyecek bir yarası olamaz gibi görünüyor bana. Onun için varoluş tarihindeki acılar insanın kendini, öznelliğini aşması için nesnel bir destek. Bu dışı derinden tanıma ile gerçekleşecek kurtuluş içselliğimizi de derinleştirirkeni bize özgürlük ve erinç duyumunu sunuyor. Artık, çirkef ilişkilerden, utku ve yenilgi ikileminden, her hamlede mat hevesinden, ele geçirme savaşımından vazgeçmek gerekir. Vazgeçilmiyorsa, geçilemiyorsa Üzünç Teyze gelir hep oturur içimizde. Şen ve özgür hayaletler olalım!

üzünç teyze: ece ayhan’ın “bakışsız bir kara kedi” şiirinden.

Nilgün Marmara, Kağıtlar, sf.149

Kagıtlar’dan

İç burukluğuyla, sonra bulunduğu yerden yükseliyor yavaşça, yeniden, belirsiz aynaya yöneliyor, yalnız uçuşun büyüsünde. Bu büyülü uçuş donuk toprağı imliyor, pek ender farklı fizizler veren bir toprağı. Filizler zor büyüyor çünkü su ve ışık yetersiz, yeterli olsa da büyümek olanaksız çünkü büyümke bilmek bir tek olanaksızlığı, yaşamın, ölümün, öncenin, sonranın. Geceler oluyor, her şey birbirine dönüşüyor, canlı cansıza cansız canlıya, ozanlar evleri basıyor bir yerde, bir başka yerde el ele tutuşup kuyulara atlıyorlar saydam sularla doldurulmuş. Sonra yine bir bulanıklık, bir bulanıklık… Bütün bunlar oluyor Ferda her gün, ince ince teğelleniyor bir yerlerime yaşam iğnesiyle, teğellerle donanıyorum yeni bir gece yeni bir gün için. Adlardan nefret ediyorum, kimliklerden… Çünkü ben kendimi kendime ve başkalarına ve her şeye öyle çok veriyorum ki (kendim için kendimden kendiliğimden)


Nilgün Marmara, Kağıtlar, sf.89

20231202

Aşkın Metafizigi’nden

 “cinsel aşkın temelinde yatan ikinci çeşit düşünceler, manevi nitelikleri değerlendiren düşüncelerdir. bu konuda kadınların, erkekte, babadan gelen manevi niteliklere ya da karaktere önem verdiklerini görürüz. kadınları büyüleyen şeyler özellikle irade kuvveti, kararlılık ve cesarettir. namuslu olmanın ve iyi kalpliliğin de kadınlar üzerinde olumlu etkisi vardır. öte yandan, babadan katılım yoluyla çocuğa geçemeyeceği için, entelektüel üstünlüklerin kadınları doğrudan doğruya etkilemediği görülür. kadınlar anlayış kıtlığını kötü bir şey gibi göremezler. hatta üstün bir zekayı, bir dehayı bile, anormal bir şey gibi görerek bu çeşit erkeklerden hoşlanmamaları kabildir. çirkin, budala ve kaba bir adamın çoüu zaman kadınlar yanında kültürlü, zeki, ve kibar bir erkekten daha fazla başarı kazanması işte bundandır. kimi zaman kafaca ve manevi nitelikler bakımından birbirinden farklı erkek ve kadınların evlendiklerinin görülmesi de bundan ötürüdür. kaba, kuvvetli ve budala erkeklerle; yumuşak, duygulu, ince düşünceli ve kültürlü kadınların evlendiklerini ya da kocanın bir dahi olduğu halde, kadının bir kuş beyinli olduğunu sık sık görürüz.”


sic visum veneri; cui placet impares

formas atque animos sub juga aenea

soevo mittere cum joco.


aşkın gözü öyle bakar ki,

denk olmayan bedenlerle ruhları,

zalim bir aldatışla, tunçtan bir boyunduruğa vurur


Arthur Schopenhauer, sf. 45

20210125

Hükümsüz

şu hayat denilen, kimine çok uzun, kimine kısacık bir an gibi gelen yolculuk; neden bunca yükü vurur sırtımıza? hep acelemiz varmış gibi, telaşlı, üzgün, yorgun, az keyifli genelde mutsuz, içinde hep “daha” taşıyan bu koşuşturma neden? daha zengin, daha mutlu, daha güzel, daha yalnız, daha çok ve bir dolu “daha” yüklü sıfatlarla örülüyor çevremiz.

günler kendini tekrara başladı burada. gönüllü yaşam mahkumluğu böyle olmalı. geldik ya bir kere, tekamül etmeden dönmeyeceğiz. iyi ama ruhumun dayanacağı bir direk bulmak lazım. elinde tuttuğu bir torba bile ağır gelirken insana, yüreğe basan bunca ağırlığı neyle taşımak gerekiyor?

kalbin hasar almışsa bir kere, zamanla su alıp batarsın. gemiler gibi işte! hani deniz kıyısına çekilip, ölüme terk edilmiş, ileride parçalanıp başka işlerde kullanılacak demir yığını muamelesi gören gemiler vardır ya, işte onlar gibi, yüreği de kıyıya çıkıyor insanın bazen. bakıyorsun, ileride başka bir iş için kullanılacak bir organdan öteye gitmiyor.

bunları düşününce, dedim ki, bütün sözlerim geçersizdir. attığım imzalar, verdiğim tüm yeminler, antlaşmalar, kontratlar, aşka dair ne demişsem sevdiğime, hepsi hükümsüzdür.

en azından dürüst bir duruş olur bu! öyle ya, evlenirken söz vermemiş miydik? iyi ve kötü günde, hastalık ve sağlıkta yan yana duracağımıza; ben kendi adıma verdim. o zaman eşim olmak isteyen adam da aynı sözü vermişti. boşandık, tüm sözler hükümsüzdür.

aşkın en yoğun zamanında, bir gece yarısı sevişmesinin ortasında, daha terimiz soğumamışken, tenimize başka ten değmeyeceğine yemin eden bir adam da hatırlıyorum. bana da aynı şeyi tekrarlatmıştı üstelik. aklıma başka bir erkeğin kollarında olduğun geldiğinde bile çıldırıyorum demişti. o sözlere ne oldu peki?

yeminler ve antların, aşkın bitişi ile bittiği yargısı çıkıyor ortaya, bu durumda, yapacak pek bir şey de yok gibi görünüyor. aşk, var olduğu anın dışında yaşamıyor. taahhütlerimi herkes kadar tuttum, herkes kadar bozdum.
dün gece yarısı, etrafta sessizliğini korurken karanlık, çıkıp balkona bir sigara yaktım. bu şehri seyrettim uzunca, ışık yanan evleri, uyumamış insanları, her yanan lambanın bir hayatın uzak işaretleri olduğunu düşündüm. kaç yaşama tanıklık ediyorsa manzaram, o kadar sevda kırıkları dolu etrafım. hepsi birisine, tutamadığı bir söz vermiş olmalıydı. hatta, evliliğini, ilişkisini devam ettirenlerin bile, ilk zamanlar verdikleri yeminlere ne kadar bağlı kaldıkları da soru işareti yaratıyor kafamda.

genetik olmalı, adem ile havva’yı hatırlayınca, tanrı’ya verilen sözü bile tutamayan insanoğlu, kendi cinsine söylediğini ne kadar süre koruyabilir ki? kafam bozuldu benim, verdiğim bütün sözler hükümsüzdür, hepsini ikinci bir emre kadar aşklarımın üstünden çekiyorum.

bir daha hiç seviyorum demeyecek miyim? elime başkası değemez, bir daha kalbimi kimse alamaz, seninim, ölene kadar gibi cümleler söylemeyecek miyim? bunun cevabını şu anda vermek zor. mantığım söylemem diyor ama ben aşkı görünce, hemen yolunu değiştirip, ardı sıra koşan deli kadının biriyim. belli olmaz! kaç sarhoş tövbe edip, tekrar içmemiş mi?

kalbimi kıyıya çektim. su aldıkça batışını izliyorum. bu yüzden ettiğim hiçbir yeminin geçerliliği yoktur. eski sevdaların da sözlerinin arkasında durup bakmıyorum. şimdi, kim hangi gönülde bitmeyecek sandığı sevgisine yeminler ediyorsa, orada kalsın. ben bir müddet daha, en azından yeni bir aşka kadar, kimliğimle birlikte hükümsüzüm!"

20201214

İstanbul Treni'nden

Her şeyden önce insan, müzik gibi alçak bir sesle ve palmiye gibi uzun bir vücutla her zaman yaşayamazdı. Sadakat, hatırlamakla aynı değildi, insan unuttuğu halde sadık kalabilir ve hatırladığı halde ihanet edebilirdi.

Graham Greene, sf.50

20200718

I
Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar.
Aynalar her gün bir başka yalan söyler
ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan,
geride yağmurlardan ve çığlıklardan.
Herkes çizer boşluğunu…
II
Her aşk başlarken pembe,
ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…
(Herkes arar pembesini.
Oysa kendinden ötesi yoktur;
kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…)
III
Herkes sever doğumunu;
kim sever ölümünü?
Herkes sever doğrusunu;
kim sever yanlışını?
Herkes susar ayıbını.
Herkes susar ayıbını…
IV
Herkes bilir gitmesini.
Bir zaman öğrenirsin
gideni sırtından öpmesini
Herkes yaşar hasretini…
V
Herkes geçer gençliğini
Herkes…Buğusunda anıların
yitirir kekliğini…
VI
Herkes yaşamakla suçlu,
aşkıyla hükümlüdür;
herkes doğarken ölümlüdür.
Herkes ölür ölümünü;
göğe salıp düşlerini,
salıp tenini, nefesini
bırakır ceketini.
Herkes bırakacaktır ceketini…
Yılmaz Odabaşı 

20200611

Bir Cümlelik Aşklar

Portredeki Cinayet

Hocalarının gençlik yıllarındaki yüreklendirmelerine hatta teşviklerini rağmen hayal ettiği o ressamı, hiç kimseyle uzlaşmanın yeteneği doğurduğu yanılsaması ve Çek malı absent düşkünlüğü yüzünden bir türlü gün ışığına çıkaramayıp zengin evlerine sipariş üzerine manzara resimleri yaparak ayakta kalmaya çalışan Fehmi, hayatını portresine çizme fırsatını kaçırdığını ancak o evlerin birinde yaşayan bazen davetkar, kışkırtıcı, bazen de çaresiz, kederli bakışlarından etkilendiği, sürekli içine düştüğünü hissettiği, tarifini yapamadığı korkular girdabının etkilerinden bir türlü kurtulamadığı için Galatasaray Lisesi'ndeki başarılı öğrencilik döneminin ardından Paris'te moda tasarımı okumayı bile anlamlı bulmayan Nilgün'ün hiç kimseyi şaşırtmayarak ya da etrafındakilere o bekledikleri kabusu yaşatarak, kendi isteğiyle bu dünyadan ayrıldığını öğrendiği gün fark etti.


Yükseklik Sarhoşluğu


Yüksek mercilerle kurabildiği ilişkiler sayesinde ticari hayatında kısa sürede yükseldiği, Ataşehir'deki yüksek binaların en yüksekteki katlarının birinde yüksek kiralı bir dairede yaşadığı, sporunu düzenli yapıp en çok yüksek atlamayı sevdiği için çevresindekilere yüksekten bakmayı alışkanlık haline getiren Asım, yüksek sosyeteye de girme sevdasıyla, gözü hep yükseklerde olmuş Ferda ile yüksek bir ücret ödeyerek gittiği balayı tatilinde, hayatın kapımızı beklenmedik bir zamanda çalabilecek saçmalığına yakışır şekilde bir kaza sonucu yüksek bir kayadan düştükten sonra kaldığı yüksek fiyatlı hastanede kırılan kemiklerin kaynamasını alçılar ve sargılar içinde beklerken, ne kadar çok alçaklığa ne kadar yüksek bir değer biçtiğini en nihayet aklına getirebilmiş miydi?


Sen Gözlerimin Yangınısın

Beklenmedik bir zamanda terk edilmesinin, dahası ortalıkta beş parasız bırakılmasının ardından, birçok erkeğin yatağına girdiği için o***** gibi gördüğü henüz 20'li yaşlarının başındayken de yüzüne kezzap atılmasına dayanamayarak bir gün evden çıkıp geri dönmeyen yetim annesi ile çocukluğundan itibaren görmezlikten gelmeye çalıştığı birçok sahneyi, dile getiremediği isyanlarıyla paylaşmaya mecbur kaldığından, tüm kadınlara güvenini kaybedip kırk iki yaşına kadar yalnız gelen ve o pasajdaki tanıdıklarıyla çok az konuştuğundan adını “Suskun”a çıkarmış, kendisine böyle bir lakapla takılınmasını, hal hatır sorulmasını hep buruk bir gülümseme ile karşılayan, bu gülümsemenin ardında da muhtemelen kimsenin bilmediği yalnız hayal mahsulü dostlarına gösterdiği bir özelliğini, darağacındaki sadece istediği zaman okuduğu bine yakın şarkıyı saklayan Ütücü Talat, gün boyu Türk musikisi dinlediği küçük dükkanına sık sık gelen, gözleri bu dünyanın ışığına doğduğu günden beri kapalı, hayata da bu yüzden daha çok seslerle tutunmaya çalışan, gerçek anne babasını hiçbir zaman tanıyamadan bir öğretmen karı kocanın yanında büyüdüğünü, ancak sahiden büyüdüğünü inanmak için sahiden sevilmeye, hatta sevmeye ihtiyaç duyduğunu yaptıkları sohbetlerde birkaç kez söyleyen Meral'e aşık olduğunu, yağmurlu bir sabahta ütülenmesi için getirdiği bir eski zaman gelinliğini elinde gördüğü an anladı.



Hangi Bayram

Özenle giydiği yeni beyaz elbisesinin çocukluk hayallerini paylaştığı arkadaşıyla annesinden gizli ip atlarken kirlenmesine, o bayram sabahından birkaç gün sonra, çok özlediği okulunun yerine, nikah dairesinin yolunu tutarak beklemediği ve elbette hazır olmadığı bir geleceğe yürümek zorunda kalacağını,yaşadığı bu kopuş sonrasında dile getiremediği isyanı yüzünden ilerleyen yıllarda dünyaya getireceği çocuklara da kendisine de gönlünce bir bayram yaşatamayacağını, hayatının da böyle acımasızca kirleneceğini bilseydi, için için ağlar mıydı?

Mario Levi

20200602

Küçük Prens'ten

Büyükler sayıları çok sever. Yeni tanıştığınız bir arkadaşınızdan bahsettiğinizde asla ana konularla ilgilenmezler: "Ses tonu nasıl?", "En sevdiği oyun ne?", "Kelebek koleksiyonu var mı?". Bunların yerine, "Kaç yaşında?", "Kaç tane kardeşi var?", "Kaç kilo?", "Babası ne kadar kazanıyor?". Böylece onu tanıyabileceklerini sanırlar. "Kırmızı kiremitleri olan bir ev gördüm; pencerelerinde sardunyalar, çatısında kumrular vardı..." diye anlatsanız da bir türlü hayal edemezler bu evi. Onlara şöyle söylemek gerekir: "Bir milyon liralık ev gördüm!" O zaman "Aa ne kadar da güzel bir ev," derler.

Eğer onlara, "Küçük Prens'in gerçekten var olduğunun kanıtı, çok sevimliliği, gülmesi ve koyun çizmenizi istemesidir. Biri koyun çizmenizi istiyorsa bu var olduğunun kanıtıdır," derseniz omuz silkip size çocuk muamelesi yaparlar. Fakat, "Asteroid B 612'den geliyor," derseniz hemen ikna olur, sorularıyla sizi bunaltmazlar. Onlar böyledir işte. Ama onlara kızmamalıyız. Çocuklar büyüklere karşı hoşgörülü olmalıdır.

---

İnsan sadece kalbiyle görür. Esas olan gözlere görünmez.
Unutmamak için tekrarladı Küçük Prens: "Esas olan gözlere görünmez."

Evcilleştirdiğin şeyden sonsuza dek sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun..
Küçük Prens unutmamak için tekrar etti: "Gülümden ben sorumluyum..."

---

Küçük Prens, "Senin gezegeninde yaşayan insanlar aynı bahçe içinde beş bin tane gül yetiştiriyor ama ne aradıklarını bulamıyorlar," dedi.
"Bulamıyorlar," diye yanıt verdim.
"Fakat aradıkları tek bir gülde ya da bir damla suda bulunabilir..."
"Doğru, haklısın..." diye yanıtladım.
Ardından şöyle söyledi:
"Ama gözler kördür. Kalple aramak gerekir."

---

Eğer birini evcilleştirmek istiyorsanız biraz gözyaşı dökme riskini de alacaksınız.

---

Eğer ki herhangi bir yerde bilmediğimiz bir koyun bir çiçeği yediyse ya da yemediyse evrendeki hiçbir şey eskisi gibi olmaz...
Gökyüzüne bakın ve kendinize sorun: "Koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?" Her şeyin değiştiğini göreceksiniz.

Antoine de Saint-Exupery

20200522

Ufak Şeyleri Dert Etmeyin

1.ufak şeyleri dert etmeyin
2.kusursuzluğu kabullenin
3.nazik ve ılımlı insanlar süper başarılı olamaz fikrini unutun
4.düşünce sürecinizdeki çığ gibi büyüme etkisini fark edin
5.daha merhametli olun
6.öldüğünüz zaman yapılacaklar listenizin hala dolu olacağını unutmayın
7.kimsenin sözünü kesmeyin ya da cümlesini tamamlamayın
8.birisine bir iyilik yapın ve kimseye bundan bahsetmeyin
9.bırakın zafer başkasının olsun
10.içinde bulunduğunuz anı yaşamayı öğrenin
11.sizden başka herkesin bilge olduğunu hayal edin
12.çoğu zaman başkalarının "haklı olmasına" izin verin
13.daha sabırlı olun
14."sabır geliştirme alıştırması" yapmak için zaman ayırın
15.sevgi ya da barış elini önce siz uzatın
16.kendinize "bir yıl sonra bunun bir önemi olacak mı?" diye sorun
17.hayatın adil olmadığı gerçeğini kabul edin
18.canınızın sıkılmasına izin verin
19.stres toleransınızı düşürün
20.her hafta kalbinizden gelen bir mektup yazın
21.kendinize "hayatın acil bir durum olmadığını" sık sık hatırlatın
22.zihninizin arka planını kullanmayı deneyin
24.her gün bir dakika teşekkür edecek birini düşünün
25.tanımadığınız insanlara gülümseyin, gözlerinin içine bakarak "merhaba" deyin
26.her gün kendiniz için bir sessizlik zamanı ayırın
27.hayatınızdaki insanları minik çocuklar ve yüz yaşında insanlar olarak hayal edin.
28.önce karşınızdakini anlamayı hedefleyin
29.daha iyi bir dinleyici olun
30.savaşlarınızı akıllıca seçin
31.ruh halinizin farkında olun, moralinizin bozuk olduğu zamanlar sizi yanıltmasına izin vermeyin
32.hayat bir tatbikattır, yalnızca bir tatbikat
33.övgü ile yergi aynı şeydir
34.rastgele iyilikler yapın
35.davranışın ötesini görmeye çalışın
36.masumiyeti görün
37.nazik olmayı haklı olmaya tercih edin
38.üç kişiye (bugün) onları ne kadar sevdiğinizi söyleyin
39.alçak gönüllü olun
40.çöpü çıkarma sırasının kimde olduğundan emin değilseniz, siz çıkarın
41."kışa hazırlık" telaşından kaçının
42.her gün birkaç dakikanızı sevecek birini düşünmeye ayırın
43.antropolog olun
44.farklı gerçeklikleri anlayın
45.yardım etme alışkanlığı kazanın
46.her gün en az bir kişiye onun beğendiğiniz bir özelliğini söyleyin
47.limitlerinizi neden olarak göstermek, onları sizin limitleriniz yapar
48.her şeyde tanrının parmak izi olduğunu unutmayın
49.eleştirme dürtünüze karşı koyun
50.en katı beş saplantınızı bir kağıda yazın ve bunları yumuşatmaya çalışın
51.sırf eğlence olsun diye size yöneltilen bir eleştiriyi doğru kabul edin (takiben yok olmasını seyredin)
52.başkalarının fikirlerinin altında yatan doğruyu bulmaya çalışın
53.bardağı ve (geri kalan her şeyi) çoktan kırılmış olarak görün
54."nereye giderseniz gidin siz oradasınız" ifadesinin ne demek olduğunu bilin
55.konuşmaya başlamadan önce nefes alın
56.kendinizi iyi hissettiğiniz zaman şükredin, kötü hissettiğiniz zaman zarif olun
57.daha ılımlı bir sürücü olun
58.gevşeyin
59.posta yoluyla bir evlatlık edinin
60.yaşamı bir melodram olarak görmeyin
61.kendi görüşlerinizden tamamen farklı makale ve kitaplar okuyun ve bir şeyler öğrenmeye çalışın
62.aynı anda birkaç şey yapmayın
63.ona kadar sayın
64.kendinizi fırtınanın merkezinde olmaya alıştırın
65.planlarınızdaki değişikliklere karşı esnek olun
66.istediklerinizi değil elinizdekileri düşünün
67.olumsuz düşüncelerinizi göz ardı etmeyi öğrenin
68.dostlarınızdan ve ailenizden bir şeyler öğrenmeye hevesli olun
69.bulunduğunuz yerde mutlu olun
70.insanın, edindiği huyları olduğunu unutmayın
71.zihninizi sakinleştirin
72.yogaya başlayın
73.hizmet etmeyi yaşamınızın değişmez bir parçası haline getirin
74.karşılık istemeden ve beklemeden bir iyilik yapın
75.sorunlarınızı potansiyel eğitmenler olarak görün
76.bilmemekten rahatsız olmamayı öğrenin
77.kendinizi bütünüyle kabullenin
78.kendinize karşı hoşgörülü olun
79.başkalarını suçlamayı bırakın
80.erken kalkın
81.yardım etmeye çalışırken küçük şeylere odaklanın
82.yüz yıl sonra dünyada bambaşka insanlar olacak
83.hafife alın
84.bir bitki yetiştirin
85.sorunlarınızla olan ilişkinizi değiştirin
86.bir sonraki tartışmanızda, kendi görüşünüzü savunmak yerine önce karşı tarafın bakış açısını anlamaya çalışın
87."anlamlı başarı" ne demek baştan tanımlayın
88.duygularınıza kulak verin, size bir şey anlatmaya çalışıyorlar
89.birisi topu size atarsa yakalamak zorunda değilsiniz
90.bu da geçer
91.hayatınızı sevgiyle doldurun
92.düşüncelerinizin gücünü fark edin
93."daha fazlası daha iyidir" fikrinden vazgeçin
94.kendinize hep "gerçekten önemli olan nedir?" sorusunu sorun
95.yüreğinizin sezgisine güvenin
96.hayatı olduğu gibi kabul edin
97.kendi işinize bakın
98.olağan şeylerdeki olağanüstüyü görün
99.iç dünyanız için zaman ayırın
100.bugünü dünyadaki son gününüzmüş gibi yaşayın, belki de öyledir!

Dr.Richard Carlson - Ufak Şeyleri Dert Etmeyin

20200519

İnsan: Messi'nin Penaltı Kaçırma İhtimali

"İnsan nedir ki?": tanım isteğiyle tanımın reddi, daha da önemlisi tanım nesnesinin küçümsenmesi arasında salınan bir soru, salınan ama daha izyade ikincisinin kıyısına vuran bir soru.

Bu tür büyük metafizik soruların en güzel cevaplarına kutsal kitaplarda ("İkindi vaktine and olsun ki insan hüsran içindedir": hüsrana mahkum varlık olarak insan) veya şiirde ("bir damla kan, binbir endişe": fiziksel varlığıyla orantısız kaygıları ve -"endişe" kelimesinin Farsça'daki anlamıyla düşünceleri olan varlık) rastlanır. Belki sebepsiz de değildir bu durum. Düşüncenin bilim ve felsefe kılığında yapmaya çalıştığı tanımlar insanı tek bir özelliğe sıkıştırma eğilimindedir. Oysa hiç kolay değildir tek bir özellikle tanımlamak. "İnsan konuşan hayvandır" - peki ama dilsizler? İnsan değil mi onlar? Üstelik insanı hayvanlar aleminde özgülleştirmeye çalışan tanımlarda bir yandan hayvanlara dair bilgimizin yetersiz olmasından kaynaklanan bir haksızlık da vardır: "Öleceğini bilen hayvan", diğer hayvanların bilmediği ne malum? Biraz daha bilimsel bir örnek: Ensest yasağı evrensel bir kültürel özellik (dolayısıyla insan türü için kurucu bir özellik) olarak inşa edilirken vahşi hayvanlar arasında da ensestten kaçınma olgularına rastlanır (veya rastlandığı varsayılır). Öte yandan bu tür tanımlarda hep isabetli bir yan olduğunu da biliriz: İnsan öleceğini bilir... ve bütün hayatını bunu unutmak üzere kurar.

Daha isabetli bir tanım belki bir tek özellik yerine bir dizi özelliğe dayandırılabilir. Ben böyle bir özellikler kümesi çıkarmaya soyunmayacağım elbette, çünkü koca bir "antropoloji" demek bu. Ama böyle bir kümeye dahil edilebilecek özelliklerden birinin insan zorunsuzluğu (olumsallığı) olduğunu düşünüyorum: Messi'nin penaltı kaçırabilme ihtimalidir insanı insan yapan şeylerden biri. Örnekler çoğaltılabilir elbette: en beğendiğiniz yazarın kötü bir kitap çıkarması, derslerden sonra çobanlık yapan çocuğun üniversite sınavında ülke birincisi olması, vs. Doğanın aksine insanın standart  (veya sapmış) koşullar içinde ve koşullandırmalar karşısında  belli bir özerklik (başına buyrukluk) göstermesi, öngörülememesi, şaşması ve şaşırtması.

Geleneğin insanı "esfel-i safilin" (alçakların en alçağı) ile "eşref-i mahlukat" (yaratılmışların en yücesi) arasına yerleştirmesi, kah bir uca kah öbür uca savurup durması da bu özelliği yüzündendir. Ne yapacağı hiç bilinmez bu canlının: İnsanları diri diri yakarak bir gösteri de düzenleyebilir, balkon korkuluğundan sarkan bir çocuğu kurtarmak için dört beş apartman katını kollarıyla bir solukta da tırmanabilir. Net olan bir şey varsa o da ikisinin de insan olduğu, insanın ikisi de olabildiği.

Savaş Kılıç - Metis Ajanda 2019

20200429

Metis 2019 - İnsan Nedir Ki?

insan, i. Olduğunu sandığı şeyin büyük bir esriklik içinde düşünmekten olması gereken şeyi gözden kaçıran bir hayvan. En önde gelen uğraşı diğer hayvanları ve kendi türünü öldürmektir; fakat kendi türü o kadar tutarlı bir hızla çoğalmaktadır ki dünyanın yaşamaya elverişli tüm bölgelerini ve Kanada'yı istila etmiştir .
Ambrose Bierce, Şeytanın Sözlüğü


İnsan kendisi için bile şeffaf değildir.
Byung-Chul Han

İnsanlar birbirlerine çarpa çarpa değişirler.
Sema Kaygusuz


Yeryüzünün 4,5 milyar yıllık hikayesi tek bir güne uyarlansaydı insanlığın bütün tarihi geceyarısından önceki saniyenin son kesrinde gerçekleşirdi, diyor jeoloji kitapları. Oysa bu analoji psikolojik açıdan yabancılaştırıcı olmanın yanı sıra o çeyrek saniyede gezegen üzerinde yarattığımız etkinin büyüklerini görmezden gelmemize izin veren bir önemsizlik ve güçsüzlük hissi yaratıyor. Dahası yeryüzünün tarihiyle daimi iç içeliğimizi inkar ediyor; kendi klanımız 12’yi vurmadan hemen önce ortaya çıkmış olabilir, ama canlı organizmalardan oluşan geniş ailemiz en azından sabah 6’dan beri burada. Ve son olarak, bir geleceğimiz olmadığını ima ediyor - geceyarısından sonra ne olacak?
Marcia Bjornerud, Timefulness


İnsan: Yek katre-i hûnest,sâd hezârân endîşe (Bir damla kan / Binbir endişe)
Sadi Şirazi


İnsan - geriletilmiş arzuları olan hayvan- her şeyi kapsayan ve hiçbir şey tarafından kapsanmayan, bütün nesneleri gözetim altında tutan ve hiçbir üzerinde tasarrufta bulunamayan açık zihinli bir yokluktur.
E. M. Cioran - Çürümenin Kitabı


İki şey sonsuzdur: evren ve insanın aptallığı, evren konusunda emin değilim 
Einstein


Ölüm insanı kendisinden alıp götürür. Ölü, artık insan değildir. İnsana dair bütün diğer ayrımların öncesinde veya ötesinde olan ayrım çizgisi, hayvanla insan arasında değil (çünkü hayvan hayy’dan, hayat ile aynı kökten gelir: hayvan hayattadır) cesetle insan arasındadır: Ceset insan olmadığı için ayna evresi (Lacan) aynada kendi imgemizi gördüğümüz, kendimizi bir imge olarak üretebileceğimizi keşfettiğimiz, kendimiz dediğimiz kişinin benden ve imgesinden oluşan bir ikiz olduğunuzu anladığınız evre değil aynaya baktığımızda kendi imgemizi göreceğimize artık insan olmayan bir cesedi gördüğümüz evredir.
Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi


İnsanı bir çeşit tanrının ayrıcalıklı yaratığı sayan dinbilimsel öğretiyle onu hayvanlığın normal sınırlarına sığdıran zoolojik öğreti arasında, insanı anormal bir hayvan olarak gören üçüncü bir bakış açısına da yer var. insanı kuraldışı yapan şey herhalde içinden taşmaya başlayan ve kendisine bir “iç dünya” yaratan o hayal ve düş bolluğuydu. Bu açıdan bakıldığında -ve sözcüğün değişik anlamlarında- insan “hayal gören hayvan”dır.
Jose Ortega y Gasset, Tarihsel Bunalım ve İnsan


İnsan evrende gövdesi kadar değil yüreği kadar yer kaplar.
Yaşar Kemal


Yemeye niyet ettiği kurbanlara yediği ana kadar dostça davranmayı beceren tek hayvandır insan.
Samuel Butler


Naçiz yeryüzündeki son ses, ev yapımı bir uzay gemisini çalıştırmaya çalışan ve nereye gidecekleri konusunda çoktan kavga etmeye başlamış iki insanın sesi olacak.
William Faulkner


…..
Bir cümledir insan 
arşla ferş arasında ve hep haklı
Vardım işte demek için
ömür denen cisimde saklı.
Birhan Keskin, Y’ol


Korkmadığımız  ve savunmada olmadığımız zamanlarda güzelleşiyor ve daha anlamlı bir hal alıyoruz, üzerimizdeki örtünün yükü hafiflediğinden. Ama çoğu zaman, acımasız çalışma koşullarının, klişeleşmiş sosyal ayinlerin ve yakın ilişkilerimizdeki abartılı beklentilerin ortasında savrulup, şartlanmalarımız doğrultusunda kendimizi dış dünyaya endeskleyiveriyoruz. Bir başka deyişle, yaşantılarımızın başlangıcının bizden değil çevremizden kaynaklanmasını beklercesine kendimizi dış etkenlere bırakıverme eğilimindeyiz, zedelenme ya da anlaşılamama korkularımızdan ötürü risk almaktan kaçınarak. Genelde duygusal girişim yönü yeterince gelişmemiş bir toplumuz. Yaşatılmayı bekler halde gibiyiz ya da saldırgan öğeler içeren duygusal çıkartma harekatlarının girişim olduğu sanısındayız. “Rağmen varolabilmek”, dış etkenler ve diğer insanlar bizi nerelere çekiştirirlerse çekiştirsinler kendimiz olmaya çalışmak karşılığı olarak kullandığım bir deyim. Söylemesi kolay, uygulaması zor da olsa bu deyim bir kenarda dursun derim, fazla tozlanmadan.
Engin Geçtan, Hayat




İçime nasıl girmiş olabilir - nereden gelmiş? / Hiçbiryerden….. / İçimde oluşmuş olmalı.
Oruç Aruoba, benlik


Güçlülerin, yanlarına fazla yaklaşan bir zayıfa duydukları nefret insanlara özgü bir şey; hayvanlarda görülmez. İnsanlar arasında saygı duyulması gereken bir mesafe vardır; bu mesafe ihlal edildiğinde gocunan zayıf değil, güçlü olur; gocunma duygusu da nefret yaratır.
..
Giambattista, dedi bana Vico, Latince yazıyordu, kaybolmuş bir dilde yani. Latincede humanitas diye bir kelime vardı, insanlar arası yardımlaşma eğilimi anlamına gelirdi. Benim atam, humanitas kelimesinin humare, gömmek fiilinden geldiğine inanırdı. Kastettiği ölüleri gömmekti. Ona göre insanın insanlığı ölülere saygı duymakla başlardı. Ama sen, sen Kral, kemikleri de gömersin, değil mi?
John Berger, Kral




Taş yerinde, ağır. Az sonra çarpacak şiddetli dalgada un ufak olacak belki, derdi değil. Güneş ve tuzla tam, ebediyetin içinde. Fil de ağır, aheste adımlarla yürüyor bildiği ölüm mekanına. Kedi bütün asaletiyle geçiyor ebedi zamandan. Bir tek insan algılamıyor ebediyetle ölümsüzlüğün farkını. Bedeli aptallık. Ölümsüzlük uğruna kendi dahil, herkesi, her şeyi öldürebilir.
Meltem Ahısk, Ebediyetle Ölümsüzlüğün Farkı Ekim 2018


İnsan hangi limana yelken açtığını bilmiyorsa, hiçbir rüzgar işe yaramaz.
Seneca



Ben, insanın her şeyin veya fazla bir şeyin ölçüsü olduğunu düşünmüyorum. İnsanın hiçbir şeyin sonu veya son noktası olmadığını, ortası hiç olmadığını düşünüyorum. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmiyorum, zaten bildiğini söyleyenlere de inanmıyorum - belki son senfonisinin son bölümünde Beethoven hariç. Bildiğim tek şey, burada olduğumuz ve bu gerçeğin farkında olduğumuz ve bu gerçeğin farkında olduğumuz, bu gerçeğin bizi farkında olmaya, kulak vermeye zorladığıdır.

Ursula K. LeGuin, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar




Önce kendi içinde yolunu kaybeder insan. Sonrası dünya hali.
Murathan Mungan


Umutla yaşayan insan müziksiz de dans eder.
George Herbert

20200315

Düşlüyor Ölümünü Ruhi Bey

Niye ölmemeli öyleyse
        Yaşamak mutlu bir devinimse.

Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
Ve görmemek ister gibi ölüyü
Oturmuş bir iskemleye.

        Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
        Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.

Getirdiler beni sayrılar evine bir sabah
Asansörle yukarı çıkardılar
Tertemiz bir yatağa yatırdılar - ben böyle istedim böyle oldu -
Oda numaran 283\'dü aklımda doğru kaldıysa
Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler
Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da
Beyaz bir saat asılıydı duvarda. Duvarın her yerinden
Bembeyaz saatler asılıydı
Ve her şey o kadar beyazdı ki, ayrıntılar
Yılların eklem yerlerini gösteriyordu sanki
Ve bütün eklem yerlerinde koskocaman bir ölü
Ruhi Beyin ölüsü
Hepsi de ur gibi beni
Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi
O gün sigara içtim akşama kadar
- İkinci gün aldılar sigaramı -
Ve saatler biraz sarardı
Sarardı bütün ayrıntılar.

Ve otuz sekizin altına düşmedi ateşim
Yataktan kalkamadım
O gece uyuyamadım sabaha kadar
Koridorlarda ayak sesleri, bağrışmalar
Kapı gıcırtıları ve acayip sesler

        Bilmem böylece kaça çıktı beklediğim ölüler.

Üçüncü gün kan şişeleri, tüpler, serumlar
Doktorlar, hastabakıcılar
Aralıksız girip çıkmalar
Gidip gelmeler
Tepelerden pencereye akan kuşlar
Pencereye sıvanan kuşlar
Ve benim mutluluğumun altında
Kararıp yitti bütün ayrıntılar
Bir daha görünmedi
Ve artık hiç görünmeyen
Şişeler, tüpler, serumlar.

Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
Soğumuşgövdesini gördü
Donuk gözlerini, durmuş kalbini
Gördü neye benzerse bir ölü.

- Ben Ruhi Bey nasılım
- Mutlusunuz Ruhi Bey.

Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
Ruhi Bey öldü
Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
Bir daha görmek için ölümü
Çelenkler yığılacak avluya
Ki benim sayısız ölülerime
Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
Sevgiyle
Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
Bir başına bir ölü
Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
Ölüler halinde duracak onlar da
Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında
Ve benim mutluluğumun altında
Akıp gidecek bütün kötülükler
Ölümün armaları gibi
Akıp gidecekler en sonunda

Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.

KORO

(Çiçek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kürk tamircisi Yorgo,
Hayrünnisa, genelev kadını, otel katibi, cenaze kaldırıcısı Adem, akordeoncu
kadın, emekli postacı, vb.)

Çelenklerimizle geldik, yoktunuz
Ara sokaklarda, pasajlarda aradık, yoktunuz
Meyhanelere baktık, otellere sorduk, yoktunuz
Nerdesiniz, Ruhi Bey?

RUHİ BEY

O kadar bekledim ki, geliyorum
Ölümümü bekledim, geliyorum
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
Bekledim geliyorum.

Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey
Ölümü gömdüm, geliyorum
Bir sonbahar günüydü, geliyorum
Güneşler buz gibiydi, geliyorum
Ve bütün kötülükler
Ölümün armaları gibiydi
Size anlatırım, geliyorum.

Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum
Havuzun kırık taşlarını - siz bilmezsiniz -
Limonluğu ve kırmızı konağı - siz bilmezsiniz -
Aynalarda kendini seven Ruhi Beyi - siz bilmezsiniz -
Ve bildiğiniz Ruhi Beyi -ya da pek bilmediğiniz -
Gömdüm ben, geliyorum.

KORO

İyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
Nerdesiniz Ruhi Bey.

RUHİ BEY

Gömdüm hepsini, geliyorum
Bütün ölülerimi gömdüm, geliyorum.

KORO

Peki ya sonuç, Ruhi Bey, ya sonuç
Biz sizi tanımaz mıyız
Siz ne yaparsınız bundan sonra, biz ne yaparız
Bir bütünün parçalarıyız, bir bütünün parçalarıyız.

RUHİ BEY

Sonuç mu dediniz, ne dediniz, ne dediniz
Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum
Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum.

KORO

Doğrusu anlamıyoruz Ruhi Bey
Her insan biraz ölüdür
Biz ki bir bütünün parçalarıyız, biliriz
Her insan biraz ölüdür.

RUHİ BEY

İnsan yaşıyorken özgürdür
Yaklaştım iyice, geliyorum.

KORO

Her insan biraz ölüdür
Biz de biraz ölüyüz.

RUHİ BEY

Ölüler ki bir gün gömülür
İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
İnsan yaşıyorken özgürdür
İnsan
     yaşıyorken
               özgürdür.

*Edip Cansever

20200222

Düşünce Düşlenir'den


Muhafazakarlık doğru ve gerçek olanı korumanın adı değil, bilakis genel ve yaygın olanı korumanın adıdır: bir tür garanticilik... riske girmeme... evet bir tür herkesleşme...

Cihanı baş aşağı seyrediş bir hoş temaşadır! 
-Namık Kemal

Ey Fuzuli daima devran muhaliftir sana
Galiba erbab-ı istidadı devran istemez.

"Sus ki sıra sana da gelsin!" diye yazmıştım. Susmayı söze yeğlememin nedeni, şöyle böyle sözü olanın değil, söz söylemeye ehil olanın sözü söylemesi gerektiğine inandığımdandı.

Susuvermek karşı tarafı da susturur. Susmayı sadece kendiniz için değil, karşı taraf için de mümkün kılmak istiyorsanız susuvermelisiniz.

Suali anlamayan cevabı da anlamaz.

"Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş." - Niyazi Mısri

Gerçek sorular cevaplarını davet etmezler; evlerini yabancılara açmazlar. Unutmayın gerçek soru cevabı dışarıdan davet etmez; bilakis onu içinden çıkarır.

Söz'ün (kelam) esas itibariyle üç unsurdan (lafız, mana, nazm) oluştuğu malumdu ve lafız sadece mananın taşıyıcısıydı; yani lafz olmaksızın mana bir yerde duramazdı; onu saklayan, onu muhafaza eden mahfaza sadece lafızdı.

Uyarılar kar etmediğinde, söylenenler bir işe yaramadığında, kişinin muhatabını kendince doğru yola getirmek için başvuracağı yöntem, sadece hakikatin kendisine işaret etmekten başkası olamaz.

"Biz de gençken bu tür şeylere inanırdık" yollu palavralarına kanmamalı; aksine onlardan halihazırda zevk aldıkları numaranın ne olduğu sorulmalı.

Size bir Latin atasözü: "Hiç kimse sonradan dalalete düşmez!"

Siyasi fikirler -tabiatı gereği- sabit değildir, değişir, bugün bunlar, yarın şunlar uygundur. Bugünün doğrusu, yarının yanlışı olabilir, olmaktadır da. Peki ya inanma kabiliyeti? El kaldırma, dur deme isteği? Düşünmek, anlamak ve açıklamak arzusu?

Yoldan çıkanların kısa bir süre sonra yol kesici olması ne de acı!

Hareketin en mükemmeli dairevi olanıdır. Çünkü başladığın yere dönmeni sağlayabilecek (yani amacı olan) yegane hareket tarzı dairevi olanıdır. Doğrusal harekette gideceğin, hatta duracağın yer bile belli değildir; gidersin ve dönemezsin. Oysa eve dönemedikten sonra yola çıkmanın ne anlamı var?

Mesele sahibi olmak, dava ve iddia sahibi olmakla eşdeğerdir. Mesele sözcüğü, Arapça istemek(seele) fiilinden türemiştir. Bu kök anlamının geride kalıp sözcüğün dinlenmek ve soru sormak manaları kazanmasının nedeni, ilkinde para, yiyecek vs., ikincisinde ise cevap istendiğinden dolayıdır. Nitekim sail soran/isteyen(=dilenci); mesul kendisinden sorulan/ istenen; sual ise soru/istek anlamına gelirken, mesele de kendisine sorulan/istenen şey(=cevap) demektir.

Üç kuşak vardır daima: Birinci Tanrı'yı bulur; ikinci Tanrı'nın üstüne daracık tapınaklar kurar ve onu zincire vurur; yoksul düşen üçüncüyse, kendi zavallı kulübeciklerini kurmak için taşlar taşır Tanrı'nın evinden. Derken Tanrı'yı yeniden araması gereken gelir.

Seslerin tenasübünde melodiyi, kelimelerin tenasübünde nazmı, eşya'nın tenasibinde nizamı, sayıların tensübünde ispatı, boyutların nisbetinde güzeli arayanların aradığı türden bir nisbetler yumağında arazları temaşa etmeyi marifet bilenlerin işi gerçekten de zor!

Dil düşünce için evvelemirde bir imkan, bir vasat ve en nihayet bir vasıta.

Düşünceyle, düşüncelerle belleğimizi doldurmak yerine, düşünmenin kendisi hakkında (bizatihi) düşüneceğimiz günler de gelecek mi? Düşünce suçu işleyenlerin düşündükleri(şeyler) adına mı, düşünme adına mı suç işledikleri hususunda karar veremezken zihnim, cogito ergo sum gibi vecizelerin sırr u esrarına vüsulün yollarını daha ne kadar arayacağım ve çarmıhta gerili halde iken ruhumun semavata ref’ini daha kaç asır bekleyeceğim?

Düşünce ile dil arasındaki mesafe sanıldığından uzundur; düşünmenin, duymanın, hissetmenin eserleri sözün kalıpları içine dökülmek istendiğinde dil onu bütün çıplaklığıyla dışarıya çıkarmaz; oradan buradan topladığı giysilerle üzerlerini örtmeye çalışır; kendi kurallarını kendi olmazlarını dayatmak ister.

Düşünme sükunete ve sessizliğe ihtiyaç duyar; zira bilmeli ki ancak sessiz kaldıkça, kalabildikçe kişi özünün kendisinden talep ettiklerini gerçekleştirebilir.
Sessiz bir ortamda olmakla sessiz kalmak arasındaki farkı görmeyi beceremiyorlar.
Düşünme özünü sözcüklerde ele vermez; dilin ülkesinde bütünüyle açılıp saçılmayı beceremez; bilakis bir kez dilin ülkesine ayak basmaya görsün, sözcüklerin arkasında saklanmaktan başka seçeneği kalmaz. Görünürken görünmez hale gelmeyi başarır. Kalabalıkların arasına karıştığında düşünce düşlenebilir sadece. Evet, kalabalıkların içine düşünce ‘düşünce’ düşlenebilir.

Doğru bir yorumlama, hiçbir zaman metni yazarının anladığından daha iyi anlamaz. Doğru bir yorumlama, bu metni elbette başka türlü anlar. Ancak bu başka yorumlanan metin üzerinde düşünmede ‘aynı’ ile buluşan bir ‘başka’ olmalıdır.

Buz tabakasının inceliği, inceliğinin fakına varıldıkça arttığı gibi; üzerinde dolaşanların ağırlıkları da onlar durdukları müddetçe artar. Farkına varılmadığı takdirde - ne mutlu kendilerine ki çoğu insan bunun farkında değil – üzerine basılan zemin mea’l-memnuniye o koca kalabalıkları sırtında taşır; hatta bunu bir görev addeder. Farkına varılırsa şayet , hemen büyü bozulur ve böylelikle tabakanın incelme süreci başlamış olur. Lakin oyun asla burada ve bu biçimde sona ermez. İkinci kural şudur: Siz inceliğinin farkına varmış olsanız bile, durmamak, soluklanmamak becerisini gösterebilirseniz şayet, üzerinde dolaştığınız zemin sizi kolay kolay sinesine almaz, alamaz; yorulmanızı, yani sizin kendiliğinizden durmanızı bekler. Bu takdirde ağırlığınız artacağından, o sizi içine çekmiş olmaz; bilakis siz kendinizi onun kucağına atmış olursunuz.

“Mutluluk nedir?” sualine verilen cevapların en ikna edici olanlarından biri, kişinin kendi kendisiyle uyum içinde olmasıymış. Çünkü kişi, çevresiyle uyum içinde olmasa dahi, sadece kendi kendisiyle uyum halinde olduğu takdirde mutlu olabilirmiş.
Neden korkayım benzemekle bir kahramana
Neden benzemekle bir şaire sözümün düşsün değeri
Aynada beliren yüz kendi yüzüm
Sesimin rengi hangi renge benzer ki
Korkayım ve saklayayım kılıncımı
Ben olmaktan başka deneyebileceğim bir şey yok
Kendi mezarımdan başka hangi mezar kabullenır ki beni

İnsanoğlunun yapıp etmeleri arasında kendisini en şaşırtan davranışların neler olduğu sorulduğunda Platon demiş ki: Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler ve fakat sonra çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, ama sağlıklarını geri almak için de para öderler. Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar, ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.

Yeryüzünde insanoğlunun sürekli ızdırab duygusu içinde yaşamasının bir tek nedeni var: mülkiyet.
Acılarımız da buradan kaynaklanıyor: 
1)sahip olamazsak
2)sahip olduklarımızı koruyamaz da kaybedersek.
Her iki halde de insanoğlu şeylerin kendisi için var olmasına sevinmekte, yokluğuna ve/veya yok olmasına yerinmektedir.

Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta “en çok şey”e sahip olmak değil, “en az şey”e ihtiyaç duymaktır.

Rivayete göre Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri Hz.Mevlana’ya bir elçi gönderip haline telmihen demiş ki:
Hakikati hala bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun? Yok eğer onu bulduysan niçin bağırıp çağırıyorsun?
Hz. Mevlana da elçiden Hacı Bektaş-ı Veli’ye şu cevabı götürmesini istemiş:
Hakikati hala bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun? Yok eğer onu bulduysan niçin bağırıp çağırmıyorsun?


Dücane Cündioğlu

20200217

Biliyorum Sana Giden..

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

Cemal Süreya

20200113

Ayrılıklar seni umutsuzluğa düşürmesin. Bir daha buluşmak için bir elveda gereklidir. Ve bir daha buluşmak, dakikalar ya da ömürler sonra, dost olanlar için kaçınılmazdır."
Richard Bach
If we don't drop ourselves off the top of a building today, there is only one reason: "tomorrow", tomorrow is a possibility of winning lottery, falling in love and possibility of limitless happiness.

20200105

Lara Tuksal'dan yeni yılın 7 niyeti

*kendime saygı göstereceğim - ben insan memnun edicisi değilim.
*kıyaslama yapmayacağım.
*kendime değer vereceğim.
*hayata en iyimi sunacağım.
*istediklerimi gidip alacağım.
*akıllı alışveriş yapacağım.
*sözlerimi doğru kullanacağım.

20191226

Yaşamak.

Biliyorum, kolay değil yaşamak, 
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne; 
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri, 
Gündüzleri gün ışığında ısınmak; 
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün, 
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine... 
-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan- 
Her şeyi unutabilmek maviler içinde. 

Biliyorum, kolay değil yaşamak; 
Ama işte 
Bir ölünün hala yatağı sıcak, 
Birinin saati işliyor kolunda. 
Yaşamak kolay değil ya kardeşler, 
Ölmek de değil;
Kolay değil bu dünyadan ayrılmak. 
Orhan Veli

20190425

Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı'ndan

"Şimdi, mollalar ne derse desin, yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
"Hayır, Baba can" dedim, anlamak için kendimi umutsuzca zorlayarak. Onu bir kez daha hüsrana uğratmak istemiyordum.
Baba sabırsızca içini çekti. Bu da canımı acıttı, çünkü sabırsız biri değildi. Eve, hava karardıktan çok sonra döndüğü, akşam yemeğini tek başıma yediğim günleri anımsadım. Ali'ye Baba'nın nerede olduğunu, eve ne zaman geleceğini sorardım, oysa inşaat alanında olduğunu, şunu ya da bunu denetlediğini çok iyi bilirdim. Buysa sabır isterdi, değil mi? Uğruna yetimhane yaptırdığı çocuklardan daha şimdiden nefret ediyordum; bazen, keşke ana babalarıyla birlikte ölselerdi, derdim.
"Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun," dedi Baba. "Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?" Anlıyordum. Baba altı yaşındayken, bir gece yarısı büyükbabamın evine hırsız girmiş. Saygın bir yargıç olan büyükbabam, adamın karşısına dikilmiş, ama hırsız onu boğazından bıçaklayıp oracıkta öldürmüş - ve Baha'dan babasını çalmış. Kent halkı katili ertesi gün, daha öğleye kalmadan yakalamış; adamın Kunduz yöresinden gelen serserinin teki olduğu anlaşılmış. Onu bir meşe dalına astıklarında, ikindi namazına daha iki saat varmış. Bu öyküyü Baha'dan değil, Rahim
Han'dan dinlemiştim. Baba hakkındaki bilgileri hep başkalarından alırdım zaten.
"Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur, Emir," dedi Baba. "Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan... aşağılıktır. Böyle birinin yüzüne tükürürüm. Böyle biriyle yollarımız kesiştiğinde, Allah yardımcısı olsun. Anlıyorsun, değil mi?"
Baha'nın bir hırsızı evire çevire dövme fikri, hem gülünç hem de ürkütücüydü. "Evet, Baba."
"Yukarıda bir yerde bir Tanrı varsa, umarım benim viski içmem ya da domuz yememden çok daha önemli meselelerle uğraşıyordur."


20181215

Metis 2018 - Yalan Üzerine

Gördüklerinin yalnızca yarısına inan, duyduklarının ise hiçbirine inanma.
Edgar Allan Poe


Yalancılar her zaman vardı, ama eskiden yalanlar tereddütle, bir parça endişeyle, biraz suçluluk duygusu ve utançla, en azından mahcubiyetle söylenirdi. Şimdi çok zeki insanlar olduğumuzdan hakikati tarif etmek için birtakım gerekçeler buluyoruz ki suçluluk duymadan gerçekleri örtbas edebilelim. Ben buna hakikat sonrası (post-truth) diyorum. Hakikat sonrası dönemde yaşıyoruz. Bu fenomen varlığını etik bir alacakaranlık kuşağında sürdürüyor. Kendimizi yalancı gibi görmeden gerçekleri örtbas etmemize izin veriyor. Davranışlarımız değerlerimizle çatıştığında, genellikle değerlerimizi yeniden biçimlendiriyoruz.
Ralph Keyes


İnsanoğlunu anlamak hiç kolay değil: Ne kadar saçma bir şey olursa olsun, duyduğunu gider ille de bir başkasına anlatır, hem de salt "ne yalanlar uyduruyor şu insanlar" demek için. O bir başkası da daha sonra "haklısın bayağının bayağısı bir yalan, dinlemeye bile değmez demek için kulağını ötekinin ağzına yapıştırır, hemen ardından da o bayağı yalanı anlatmak için bir üçüncüyü arar, sonra da o ikisi birlikte asil bir öfkeyle, "ne bayağı yalanlar uyduruyor şu insanlar" diye gürlerler. Ve böyle böyle bütün kenti dolanır bu yalan, herkes bıkıp usanmadan bu yalanı konuşur, ardından da bunun üzerinde tek kelime edilmeye değmeyecek bayağının bayağısı bir yalan olduğunu söylerler.
N.V. Gogol, Ölü Canlar


Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru ise yalnızdır.
Yaşar Kemal


Son yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi kırdı. Bu şey, insanın güvenidir, o güven ki insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanı küçülttüler, öldürdüler, sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiçbir kez, bunu yapanlar yaptıklarının kötü olduğuna inandırılamadı. Çünkü kendilerine güveniyorlardı. Çünkü soyut bir kafa, yani bir ideolojinin adamı başka bir şeye inandırılamaz.
Albert Camus, Korku Çağı


Kendinizi ne kadar sağlam kandırırsanız, başkalarını ikna etme olasılığınız da o kadar artar; başkalarını ikna ettikçe de kendinizi daha rahat kandırırsınız.Görüldüğü üzere yalan iç içe geçmiş iki çarkı olan bir mekanizmadır. İç çark yani kendinize söylediğiniz yalanlar dış çark yani başkalarına söylediğiniz yalanların düzgün bir şekilde işlemesini sağlar(ve tam tersi). Dışarıdan bir müdahale gelmediği sürece bu mekanizma sorunsuz çalışır. Psikolog ve psikiyatrlar bu mekanizmanın en büyük düşmanlarıdır. Ellerinde bir çomakla pusuda bekler ve ilk fırsatta mutluluk mekanizmanızın çarklarına sokarlar. "Kendinize karşı dürüst olun! Kendinizle yüzleşin!" derler.
Özde Duygu Gürkan


Çok fazla yalan söylendiğini ve daha az yalan söylense hepimiz için iyi olacağını yadsımıyorum ama her mantıklı insan gibi ben de yalanın hiçbir zaman söylenmeyeceği düşüncesinde değilim. Kırlarda yaptığım bir gezinti sırasında, bitkin düşmüş ama hala koşmaya çalışan bir tilki gördüm. Bir kaç dakika sonra da avcılarla karşılaştım. Bana tilkiyi görüp görmediğimi sordular, gördüğümü söyledim. Ne yana gittiğini sorduklarında ise yanlış yönü gösterdim. Benim düşünceme göre doğru yönü gösterseydim iyi bir insan olmayacaktım.
Bertrand Russell, Mutlu Olma Sanatı


Yalan esnektir, hakikat ise kaskatı. Dolayısıyla hakikat değiştirilemezken -ancak ortadan kaldırılabilir- yalan, hakikatten daha inandırıcı ve tatmin edici olana dek şekilllendirilebilir. Yalanın hakikat karşısında sık sık zafer kazanmasının nedeni işte bu plastik niteliğinde, yani olguların sunduğundan daha fazla tutarlılık ve kesinlik içerecek şekilde eğilip bükülebilmesinde yatar....Örgütlü yalanla sürekli karşı karşıya olan, olguların her an yok sayıldığına, tarih kitaplarının durmadan değiştirildiğine tanıklık eden insanlar bir yerden sonra hakikat ne denli apaçık olsa da onun varlığını kesinlikle inkar etme tutumunda kendini gösteren sinik, her şeyden şüphe eden tavra girerler.....Kasıtlı yalanlar bir zamanlar dış düşmana yönelik olarak imal edilirken artık örgütlü yalanın muhatabı biziz, ve bu da totalitarizm tehlikesinin geçmişte ya da uzakta değil, yanı başımızda olduğunun bir başka göstergesi.
Fatmagül Berktay, Dünyayı Bugünde Sevmek


Size yalan söylenmesinin en kötü yanı hakikate layık olmadığınızı bilmektir.
Jean Paul Sartre


Yalan söylemenin en kurnazca yolu, gerçeği doğru zamanda ve doğru miktarda söyleyip ardından çeneni kapatmaktır.
Robert A. Heinlein


Yalancının cezası, kimsenin ona inanmaması değil asıl onun kimseye inanmamasıdır.
Bernard Shaw


İnsanların en zayıf tarafları,sormadan, araştırmadan, düşünmeden kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.
Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan


Hoşumuza giden yalanları avuç dolusu yutarız da, acı gerçekleri yudum yudum içeriz.
Denis Diderot


Karşılaşabileceğiniz istatistıksel verilerin hepsi kimyasal analizin veya bir deneycinin laboratuvarında olup bitenlerın kesinliğiyle test edilemez. Ama önümüzdeki veriyi beş basit soruyla dürtebilir ve bunların cevaplarını bularak aslında doğru olmayan bir sürü şey öğrenmekten kaçınabilirsiniz.
Kim demiş?
Nerden biliyor?
Eksik olan ne?
Biri konuyu değiştirdi mi?
Bu söylenen mantıklı mı?
Darrell Huff, İstatistik ile nasıl yalan söylenir?


İnsan kendisi hakkında bilinmesini istemediği tek bir hakikatin söylenmesindense yüz yalan söylenmesini tercih eder.
Samuel Johnson


Beyaz yalanlar söylemenin hoş görülebileceğini düşünenler kısa süre sonra renk körü olur.
Austin O'Malley


Palavra atmakta başarılıysanız, bu sadece kendinizden zeki insanlarla pek vakit geçirmediğiniz anlamına gelir.
Neil deGrasse Tyson


Dürüstlüğün azı tehlikeli, fazlasıysa ölümcüldür.
Oscar Wilde


Yalan söylemek zorunda kaldığınız insanlar sizin sahibinizdir artık.
Michael Ventura


Çocuklar anlattığında uyduruyor, doğruyu söylemiyor ya da yalan söylüyor denir. Büyükler doğru olmayan şeyleri şiir, roman, film şeklinde anlatmanın yolunu bulmuşlardır. Böylece yalancı durumuna düşmeden yalan söyleyebilirler. Çocuklar henüz bu yolları keşfedemedikleri için genellikle yakayı ele verirler. Anne babalar çocuğum niye yalan söylüyor diye endişeye kapılır. Aslında bazen belki de çocukları yalan değil sadece bir şiir ya da hikaye söylemektedir.
Nilüfer Erdem

20181201


En güzel günlerimin
üç mel’un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel’un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel’un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel’un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..


Nazım Hikmet Ran

20181129

Halil Cibran, Ermiş'ten

Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler,
Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla.
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların vücutlarını barındırabilirsiniz ama canlarını asla.
Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur
ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz
ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç.
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.
Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine hedef edinmiştir
ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için Kendi gücüyle sizleri gerer.
Yayı gerenin elinde seve seve bükülün.
Çünkü oku atan o güç,
uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever.